1-İnsanlar yüzünden kendi doğru yaptığın şeylerden, seni geliştiren şeylerden, Kendine ait iyi şeylerden vaz geçme. Mühim olan kötü insanlara ve kötülüklere rağmen iyi olabilmek ve iyi kalabilmektir. Hayaline ve hedefine seni götüren şeyleri yapmaya devam et. Kimse kendisi için intihar edilmeye layık değildir.
Suyun üstünde bile yürüseniz, "çünkü yüzme bilmiyor" diye eleştirenler olacaktır. O yüzden siz işinize bakın, Rabbinize bakın
Zira sen mükemmel olsan bile onlar yine sana düşman olacak. Düşmanlık yapacak. Birinin sana düşman olması, seni beğenmemesi senin kötü olduğunu göstermez.
İnsanlar seni bir veya birkaç şeyle yargılar.
Kendi pencerelerinden bakarlar ve kendi hisleriyle değerlendirirler.
2- Günah ya da hatalarını genelleme.
Günah işliyor olman, namaz kaçırmış olman seni Müslüman olmaktan çıkarmaz. Günah işlesen de namaz kılmaya devam etmelisin. Bir vakit namazı kaçırdım mükemmel yapamadım diye tüm namazlarını bırakmak zorunda değilsin. Günah sevap ve iyilik ayrımını iyi yap. Ölmediğini sürece bu mücadelenin bitmediğini, hala fırsatının olduğu bil. Hayat sonuca ulaşmak değil. Hayat mükemmel olmak değil. Hayat ayakta kalmaya çalışmaktır. Hayat mücahede etmektir. Hayat mücadeleye devam etmektir.
3- Korku ve şüphelerine rağmen yap.
Namazım kabul olmazsa. Yeni girdiğim ortamda insanlar benden memnun olmazsa. İstediğim gibi davranamazsam.
“Hepimizin yaşamında hayatımızı tehdit eden tehlikeler mevcut. Başımıza gelecek her türlü kötü ihtimal var. Ama şu anda zihninin dışında var olmayan, Reel olmayan bir tehditten dolayı kendini kilitleme, engelleme. Bütün bu tehlikelere rağmen yaşamalarını sürdürmeyi başarabileceğini hatırla. Gerçekten bir tehdit varsa bile, zihnimizde oluşan negatif etki bu tehditle baş etme, bunun üstesinden gelme çabana herhangi bir katkı sağlamaz.
Korku ve şüphelerine gerek bir karşılaşma söz konusu olduğunda üstesinden gelebilmek için, gerek de herhangi bir karşılaşma olmazsa hayatımızı sağlıklı bir şekilde yaşayabilmek açısından ortalama tedbirler almalı ve bununla yetinmeliyiz.
Gerçekçi tedbirler al. Ancak bunları hayatını kısıtlayacak ya da engelleyecek ölçüde aşırıya vardırma.
Öyleyse, tedbirlerimizde itidalli olmakla yetinmek gerekiyor. Aşırıya kaçmak sonuca herhangi bir etki etmediği gibi kendimizi ve çevremizi yıpratmaktan başka bir işe de yaramaz. Üstüne üstlük, bir nevi tevekkülsüzlük olduğundan Mevlâ ile ilişkilerimizi de bozabilir.
"Tehlikeyi tamamıyla bertaraf etmek mümkün olmayabilir, mesela İstanbul için deprem tehlikesi bitti mi? Elbette bitmedi. Bazı sorunları ortadan kaldıramayabiliriz. O zaman 'Buraya kadar!' mı diyeceğiz? Tabii ki hayır. Hayat her şeye rağmen devam ediyor, biz de bir yolunu bulacağız. Eğer biz bu meselenin çözümü için o varlıkların yok olmasını bir koşul olarak öne sürersek, işi çıkmaza sürüklemiş oluruz. Zira bu mümkün olmayabilir. "Onlar var olmaya devam edecek, ben de yokmuş gibi hayatıma devam edeceğim."
Değiştiremeyeceğimiz ya da güç yetiremeyeceğimiz bir durumla karşı karşıya
kaldığınızda, Düzeltemeyeceğiniz bir durumun sizde olumsuz duygu ve düşünceler açığa çıkartıyor olması, gereken dersi alıp yaşananları ardınızda bırakma ve yolunuza devam etme amacına yarar sağlamaz"
"Herkes bir hatası karşısında olumsuz düşünceler içineni girebilir, suçluluk, pişmanlık ve kısmen üzüntü hissedebilir. Bu normal bir durumdur. Ancak sende bu duyguların olması gerekenden çok daha yoğun hissedildiğini görüyoruz. Neden bu durum karşısında duygu ve düşünceleriniz bu kadar yoğun?
Kendinizle ilgili algında bir bozukluk var. Zaten duygulara eşlik eden düşüncelerine baktığımızda hatalı davranışlara yönelik olmaktan çok, doğrudan kişiliğe yönelik olumsuz tanmlamalar içerdiğini görüyoruz.
Her insanın nasıl ki başkaları ile ilgili tanımlamaları varsa kendisiyle ilgili de tanımlamaları vardır. Bunlar bir nevi etiketlerdir. Beyin bu etiketlere bakar ve ona göre karar verir. Senin de kendinle ilgili etiketlerin olumsuz.
Çocukluk dönemlerinde kendimizi tanımayız; 'Biz kimiz, neyiz, gücümüz nelere yeter?' bu konu da bilgimiz yoktur. Sonra yavaş yavaş başta anne ve babamız olmak üzere çevrenin değerlendirmelerinden hareketle kendimizle ilgili bir algı oluşmaya başlar. Eğer çevrenin bizimle ilgili tanımlamaları olumluysa, kendimizi iyi ve yeterli birisi olarak görürüz. Ancak böyle değilse, hatta olumsuzsa, o zaman kendimizi yetersiz ve kötü birisi olarak tanımlamaya başlarız."
Ailede sevginin var olması güzel, ancak bunun ifade biçimi de çok önemli. Örneğin bir hata yaptığınızda anne ve babanızın tepkisi ne olurdu? Aman oğlum dikkat et, çevredekiler ne der sakın bize kendinle ilgili laf söz getirme' tarzı tepkiler verirler. Yani davranışınızın ne olduğundan çok çevrenin sizinle ilgili nitelendirmeleriyle ilgili olabilirler. Bu da bizde suçluluk duygusunun içilmez yerleşmesine sebep olur.
Çevremiz bizi çok iyi tanımadığından dolayı davranışlarımızdan hareketle bizimle ilgili bir yargıya varmak ister, burada da çoğu zaman bir veya birkaç davranış etiketlenmek için yeterlidir. Buna bağlı olarak kişi de toplumun tavrına benzer şekilde davranışları ile kişiliğini özdeşleştirir. Fakat Doğrusu bu değildir. Bir insanın, bir veya birkaç davranışından hareketle o insanın kişiliği ile ilgili genel bir yargıya varmak o kişiyi objektif değerlendirebilmek açısından faydalı bir yaklaşım değildir. Burada büyük resme değil, tek bir parçaya bakarak genel ile ilgili bir yargıya varılır, ki çoğu zaman böylesi değerlendirmeler sağlıksız sonuçlar verir. Adım çıkmış dokuza inmez sekize durumu yani... Hâlbuki bazı hatalarımızın olması bizi değersiz kılmaz. Bir paranın yere düşmesi buruşması ya da kirlenmesi onun değersizleştiği anlamına gelmez.
Toplumun birkaç davranışına bakarak etiketleme eğilimini fazlasıyla önemseyen anne ve baba da davranışları kişilik ile özdeşleştirme yanlışını yapıyor. Bu da henüz toy olan çocuğun yaptığı hatalardan dolayı kendini yetersiz görmesine, suçluluk ve pişmanlık gibi duyguları yoğun bir şekilde hisset mesine neden oluyor. Tâ çocukluktan gelen bu yaklaşım işe yaradı, hata yaptığınız zaman sonuçlarını çok yoğun yaşadığınız için dikkatli davranıyor, hata yapmamaya azami derecede gayret gösteriyordunuz ve bu tutumunuzdan dolayı da özellikle büyüklerinizden takdir gö rüyordunuz. Çoğu zaman da hata yapmaktan korktuğunuz için arkadaşlarınızın arasına karışmaz bir kenarda durmayı yeğlersiniz.
Tabii bu durum hayatı da ıskalamanıza neden olur. Ne yazık ki ne çocukluğunuzu ne de gençliğinizi doğru düzgün yaşarsınız.
Davranışlarınızla kişiliğinizi bu denli özdeşleştiriyor olmanız hayatın içinde yer alma ve hedeflerinize ulaşma çabanıza fayda mı sağlıyor? Yoksa zarar mi veriyor? Elbette ki zarar veriyor.
O zaman bu durumu değiştireceğiz. Öncelikle şunu iyi anlamamız lazım: Davranış kişiliğin bir ürünüdür ancak kişiliğimizin kendisi değildir. Örneğin bir makine düşünelim... Ürünlerinden bazılarında hata tespit ettik. İlk aklımıza gelen makineyi atıp yenisini almak mıdır? Tabii ki değil, o parçayı düzeltip o makineyi kullanma devam etmektir. Hatta, problem makineden kaynaklanmıyor bile olabilir; işçilerden, çevre koşullarından, kullanılan hammaddeden kaynaklanma ihtimali de vardır. Peki, bir üründe hata olduğunda duruma bu kadar objektif yaklaşırken, kişiliğimizin ürünü olan bir davranışımızdaki hatadan dolayı hemen kişiliğimizi suçluyor, onu yetersiz ve defolu olarak görüyor olmamız faydalı bir yaklaşım mi? Tabii ki değil. Kendimize çok acımasız ve toleranssız davranmak bize zarar verir. Diğer bir deyişle aşırı genelleme yapmak. Yüzlerce davranışınız, binlerce düşünce ve duygunuz içerisinde olumsuz bir ya da birkaç tanesini alıp onlardan hareketle kendinizle ilgili çok keskin ve olumsuz kararlara varmak zararlıdır.
Davranış kişiliğin bir ürünüdür ancak kişiliğin kendisi değildir. O zaman hatalarımızdan dolayı kendimizi bu kadar suçlamamıza gerek yok. Üstelik hatalarımızdan dolayı kendimizi bu kadar suçlamamız, o hatamızı analiz edip düzeltme çabamıza katkı da sağlamıyor. Hatta bu başkalarıyla olan ilişkilerimizi de olumsuz yönde etkiliyor. Suçluluğun getirdiği yoğun duygusallık bizi mahvediyord. Ve kendimize zulmetmemize sebep oluyor.
Size bir dua önermek istiyorum. Kur'ân-ı Kerim'de, Enbiyâ sûresi 87. ayette geçen dua Hz. Yunus'un (a.s.) balığın karnında yap tığı duadır. Lâ ilâhe illâ ente subhâneke. İnnî kuntu minez zâlimîn, Anlamı: “(Allahım) Senden başka ilah yoktur. Sen Sübhân'sın (her şeyden münezzehsin, tüm noksan sifatlardan uzaksın). Muhakkak ki ben zalimlerden oldum."
Unutmayın ki, hatasız kul olmaz ve esas olan hatamız da ısrar etmemektir. Hata yaptığımızda Allaha tevbe ederiz ve hatamızı olabildiğince telafi etmeye çalışırız, ama sonuçta hayatımıza devam ederiz. Hata yapıyor olmamız mükemmel olmadığımızı göstermekle birlikte, kötü birisi olduğumuz anlamına da gelmez. Zaten Allah'tan (c.c.) başka kimse mükemmel değildir. Biz aciz kullarız ve her an, her şeyin en doğrusunu yapmamız mümkün değildir. Bu nedenle, yaptığımız hatalar, doğru bir bakış açısıyla ele alındığında kulluğumuzu, eksikliklerimizi ve Mevlaya (c.c.) sığınma ihtiyacımızı bize hatırlatması bakımından faydalı dahi olacaktır.
Özetle ne diyoruz: Hiç kimse hata yapmak istemez ancak bizler insanız, şaşabiliriz. Bu, dünyanın sonu demek değildir. Hatalarımızın varlığı, kendimizi artısıyla eksisiyle olduğu gibi kabul etmemize mâni olmadığı gibi, kendimize şart koşmada, beğenmediğimiz huylarımızı değiştirmede ve eksiklerimizi gidermede bize fayda sağlayacaktır. Kaldı ki, toplum da bizden kusursuz olmamızı beklemez; bizi bu şekilde kabule hazırdır. Çünkü başka insanların da bizim gibi hata yapma potansiyelleri vardır.
Peki, bu yeni bakış açınız mı hatalarınızı tespit etmek, onları düzeltmek ve daha az hata yapmak açısından daha faydalı; yoksa hatalarınızı kişiliğiniz ile özdeşleştiren ve bir hatadan dolayı âdeta kendinize yargısız infaz yapan tutumu nuz mu?" (Syf 116 Fabrika Ayarlarına Dönüyoruz)
Yorum Gönder