TEMBELLİK ADINA - Makale

MAKALE

Hazırlayan: AHMET HAMDİ AYYILDIZ

Düzey: İlköğretim

Tarih: 2013

 

TEMBELLİK ADINA

Tembelliği bir hastalık olarak düşünürsek bu hastalığın da bir nedeni ve sebebi vardır. Çünkü yaşadığımız bu hayatta her şey sebepler üzerine kuruludur. Şimdinin sebebi biraz öncedir. Her hâdisin bir muhdisi her fiilin bir fâili ve her eserin bir müessiri olmalıdır. Tembelliğin de öncelikle birinci aşamada sebepleri tespit edilmelidir. İkinci aşamada bu hastalığa reçete yazılmalı ve üçüncü aşamada da bu reçete uygulanmalıdır. Biz burada hastalığın sebepleri ve reçetesinin tespiti üzerinde duracağız.

1)      Başarısızlık ve tembelliğin başlıca sorunlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

2)      Ruh sağlığı yerinde olmama ve “Ben Kimim?” sorusuna cevap verememe,

3)      Sebepsizlik, hedefsizlik ve rahatsız olmama,

4)      Somut hedefler belirleyememe,

5)      İsyandan/karamsarlıktan ve kararsızlıktan kurtulamama,

6)      Sıkıntıya odaklanma, ödüle odaklanamama,

7)      Hedeflere ulaşmaya yardımcı olacak iç motivasyon ve özgüven eksikliği,

8)      Erteleme, üşenme, vazgeçme… İşi şansa bırakma,

9)      Sorumluluklardan kaçma,

10)   Bedel ödememe,

11)   Umursamama/hayattan bezmişlik hali,

12)   Aşk...

Tembelliğin ilk sorunu, kişinin ruh sağlığının yerinde olmaması ve kendisini tanıyamamasıdır. Öncelikle ruh sağlığının tanımını yapalım: Ruh sağlığı; insanın var oluşunun ve var oluş amacının bilincinde olması, kendisini eksi ve artılarıyla tanıyabilmesive kabullenebilmesi demektir. Biraz daha açarsak ruh sağlığı insanın var olan diğer varlıklardan kendi var oluş farkını anlamasıdır. Örneğin her hangi bir hayvan da vardır, bir insan da vardır. Bir köpek de vardır insan da, köpek de acıkır insan da acıkır, o da insanlar gibi sabah kalkar rızık peşinde, koşar nefes alır, tehlike anında canını korur, neslini devam ettirir, hoplar, zıplar, oynar ve uyur… Bunları insanlar da yapar. Ancak insanın, yaratılışı itibariyle diğer varlıklardan bir farkı olmalıdır.  İşte, insan ile köpek arasındaki en büyük fark budur: Ruh sağlığı, yani var oluşun bilincinde olma, farkındalık… Ruh sağlığı yerinde olan kişi, kendisini artı ve eksileriyle tanır, eksilerini kabullenir, yoluna artılarıyla devam eder. Eksi(k)lerini giderip artılarını artırmak için çaba sarf eder. Buna en güzel örnek sadece gövdesi ve başı olan Avusturyalı Nick Vujicic’dir. Bu adam sadece gövdesi ve başı olmasına rağmen bugün dünyanın dört bir yanını dolaşıp moral konferansları vererek birçok normal insandan çok daha fazla kazanır. Kolları ve bacakları olmamasına rağmen ruh sağlığı yerindedir. Çünkü kendini eksileriyle, eksikleriyle kabullenmiş ve hayata pozitif bir şekilde bakabilmiştir

Kendimizi tanıyabilmek için “Ben kimim?” sorusunu adil ve tarafsız bir şekilde cevaplamalı, bu sorunun cevabını araştırmalıyız. “Nasıl gözükmek istiyorum, nasıl biri olmak istiyorum?”sorularını değil, “Nasılım?” “Şu an ben nasılım?” sorularını sormalıyız. Elimizdeki artı ve eksileri tespit ettikten sonra hedefe ulaşmak için sisteme ekleme, çıkarmalar yaparak hareket etmeliyiz. Sonuç olarak kendimizi olduğumuz gibi tanımalı, eksiklerimizi kabullenmeli ve elimizdekilerle en iyi şekilde yola devam edebilmeliyiz. Bu şekilde tembelliğin bir engelini aşmış oluruz.

Diğer sorunumuz bir şeyler için sebebe, bir hedefe sahip olmama ve bir şeylerden rahatsız olmamadır. İnsanın dünyaya bile bir geliş amacı vardır. Kişi çalışmak için bir sebebe yani bir hedefe ihtiyaç duyar. Ayrıca, insanın harekete geçmesi için bir şeylerden rahatsız olması gerekir. Ancak rahatsız olan insan harekete geçer çünkü bir sebebe ve hedefe sahiptir. Durumundan memnun olan, hedefi olmayan ve umursamayan kimse sabahın beşinde kalkmaz. Hatta kılını bile kıpırdatmaz. Tıpkı aç olmayan kimsenin yemek için çaba sarf etmemesi gibi… Bizler de tembelliği yenmemiz için öncelikle gerçekçi hedeflere sahip olmalı, bir şeylerden rahatsız olmalı ve bu konuda çaba sarf etmeliyiz. Ulaşabileceğimiz günlük ve uzun vadeli hedefler koymalıyız.

Diğer sorunumuz kişilerin somut ve gerçekçi hedeflere sahip olmamasıdır. Hedef seçerken dünyayı kurtaracağım, çok para kazanacağım, bilim adamı olacağım, başarılı olacağım gibi hangi yönde ve nasıllığı belirli olmayan, gerçekten uzak hedefler koymamaya dikkat etmeli ve ulaşabileceğimiz hedeflere yönelmeliyiz. Hangi dalda bilim adamı olmak ya da hangi mesleği yapmak istediğimize karar vermeli, zengin olmanın nasıl olacağını belirlemeli, hangi yönde ilerlemek istediğimizin bilincinde olmalı ve neyi başarmak istediğimizi daha somut ve gerçekçi bir şekilde ortaya koymalıyız. Yoksa soyut ve gerçekten uzak hedefler bizi harekete geçirmek için asla yeterli olmayacaktır. Özellikle ulaşabileceğimiz günlük hedefler koymak bizi harekete geçirecek ve hedefe doğru ilerletecektir...

İsyandan/Karamsarlıktan ve kararsızlıktan kurtulamayan kişiler de başarısız olmaya mahkûmdur. Çünkü bir iş için kendisini pozitif telkinlerle motive etmeye, insanın ihtiyacı vardır. Karamsar kişiler en ufak başarısızlık ve yenilgide bile sürekli kötü ihtimalleri düşünerek bir diğer başarının da önünü kapatırlar. Bu da her an yarınlarından korkarak yaşamalarına sebep olur. Hâlbuki yarınından bu kadar korkarken bugününü nasıl yaşayacaksın? Bu yüzden insan bu şekildeki düşüncelerini bir kenara bırakmalı, bu konudaki düşüncelerine inanmamalı, kendi yoluna kendisi duvar örmemeli ve kendi kendini engellememelidir.

Sürekli, başarı yolunda çekilecek olan sıkıntıya odaklanmak ve ödülü görememek de tembelliğe neden olur. Bir insan sonucunda elde edeceği ödüle odaklanarak, onu düşünerek kendisini motive eder ve bu şekilde ihtiyacı olan gücü bulur. Cennetin varlık sebebi bile budur. Biz neyi düşünürsek ona odaklanırız, neye odaklanırsak onu isteriz. Ne istersek hayatımızda onun için yeni bir yer açar onun için azmeder, onun için çalışırız. Ne için çalışırsak da onu elde ederiz. Bu yüzden hedefe giden yolda ödüle odaklanmalı, varacağımız hedefe ulaştığımızda mutlu olacağımızı düşünmeliyiz. Bu yolda çekeceğimiz sıkıntılara fazlaca takılmamalıyız. Nitekim beklenen gün gelecekse (ki geçmeyen gün yok) zafere giden yolda çekilen çile kutsaldır.

İç motivasyon ve özgüven başarının temel şartıdır. Tüm dünya rekorlarının, tarihin seyrini değiştiren tüm olay veya icatların altında hep özgüven yatar. Kişinin özgüvensiz yetişmesinde karakteristik özelliklerinin yanında çocukluk yaşantısı da önemlidir. Örneğin, psikolojide henüz iki yaşındaki bir bebek ihtiyacı olduğunda büyüklerini yanında bulamazsa büyüdüğünde kendisine ve dışarıya karşı özgüvensiz ve korkak olur. Özgüven kazanmak sonradan zor da olsa kişinin yine kendi elindedir. Özgüven kazanmak için öncelikle yapacağı işe en iyi şekilde hazırlandıktan sonra o işi yapmadan önce kişi, beyninde, hayalinde o işin nasıl olacağını tasarlamalı, hayal etmelidir. Dünya Boks Şampiyonu Muhammed Ali Clay da maça çıkmadan önce rakibini nasıl yeneceğini, neler yapacağını ve nasıl kazanacağını planlar, etrafındakilere anlatırmış. İkinci olarak, yaptığımız işi basite indirgemeli, o işin sanki her gün yaptığımız bir şey olduğuna kendimizi inandırmalıyız. Üçüncü olarak da asla bir işi yapamayacağımızı düşünmemeli, geri adım atıp kendimizi geri çekmemeliyiz. Burada kendimden bir örnek vermek istiyorum. Bir gün 50 kişilik bir gruba benden ney üflemem istenmişti. Bense bu talebi duyar duymaz aşırı derecede heyecanlandım çünkü b u benim ilk konserim olacaktı ve beynimde bunu yapamayacağımı, yapamadığımı ya da yapmak istemediğimi bu 50 kişilik gruba nasıl anlatacağımın senaryolarını kurup planlarını yaptım. Ama bir an durdum ve beynimdeki tüm bu senaryoları bir kenara bırakıp sadece elimde ney ile kendimi bu grubun karşısına attım. Sonunda hiçbir şey kendi ürünüm olan bu hayali ve kötü senaryolardaki gibi olmadı. Herkes beğendi ve istek parça istedi. Yani burada sorunumu sıcak bir havuza birden dalıp yüzmenin keyfini çıkarmak gibi, kendim hakkımda daha fazla olumsuz şeyler düşünmeden çözmüş oldum. Yani son olarak biz de bir işe başlarken kendi kendimizi bu şekildeki hakkımızda olumsuz düşünerek engellememeli aksine düşünüp yapabileceğimizi düşünmeliyiz. 

Erteleme, üşenme, vazgeçme, işini şansa bırakma… Bu tarz duygu ve düşünceler de tembelliğin baş muhafızlarıdır. Tembellik hastalığını yenebilmek için bu düşüncelerden en kısa sürede kurtulmak gerekir. İnsan yapması gereken sorumluluklarını sürekli erteler. Hâlbuki ertelemese, biraz sonra değil hemen şimdi yapsa, ilerleyip arkasına döndüğünde yapmak zorunda olup hala yapmadığı şeyleri değil de yapmış olduğu şeyleri görecektir. Aksi taktirde ertelediği şeyleri görecek ve bunlar erteledikçe büyüyecek, büyüdükçe aşılamaz halde birikecektir. Bu insanın yapması gereken diğer şeylerde ihtiyaç duyacağı motivasyonu da yok edecektir. Örneğin günde beş vakit kılmakla yükümlü olduğumuz namazlar, tabiri caizse yüce yaratıcıya olan ağır kulluk borcunun günde beş taksitle ödenmesidir. Bu bize Rabbimizin bir lütfu, bir kolaylığıdır. Namazları üşenip, vaktinde kılmayıp kazaya bırakmak, ertelemek daha sonra da ileride üç beş yıllık namazın kazasını kılmaya çalışmak gerçekten çok daha zor ve bıktırıcıdır. Unutulmamalıdır ki yapamamanın çoğu zaman tek nedeni vaktinde yani şimdi yapmamaktır.  Vaktinde yapılmayan küçük işler son güne, son ana sıkıştırıldığında dağ gibi büyür ve aşılamaz bir hal alır. Bu nedenle her ne yapmayı düşünüyorsak yarın değil biraz sonra bile değil, nefs ve atalet zincirlerini kırıp harekete geçerek hemen şimdi yapmak gerekir. Büyük lokmaları ancak küçük parçalar halinde yutabiliriz. Yani çözüm böl, parçala, yut üçlüsündedir.

İnsan sıkıştığı taktirde, çaresiz kaldığı anlarda her şeyi yapabilecek potansiyele sahiptir. Çünkü bu gibi durumlarda insan, beynini olağan üstü bir şekilde kullanmaya başlar. Günde dokuz saatten fazla uyuyan ve uyanamadığını söyleyen birini tutup sahilden 10 metre ileride denize bıraksak sahile çıkmak, hayatını kurtarmak için olağanüstü bir çaba harcar. Kim? Hiçbir şey yapamadığını söyleyen ve çok uyuyan biri… İşte bu her canlının sahip olduğu hayatta kalma içgüdüsüdür. Bu da demek oluyor ki bir işi yaparken o işin hayati olduğunu düşünmemiz ve kendimizi çaresiz hissetmemiz gerek. Örneğin bir sınava çalışıyoruz ya da bir işi yetiştirmemiz gerekiyor. Bir ay zamanımız olsun. Bir ay var önümüzde! Hayır, bir ay yok! İki gün var! Kötü birisi telefonu açar ve der ki: “Annen, baban yanımda. İki gün içinde sınavını başaramaz veya şu işi yapamazsan ikisini de vuracağım…” Bu kişi sınavdan geçer mi? Geçer. O işi yapar mı? Yapar. Hem de hiç vakit kaybetmeden. Peki niye? Çünkü başka çaresi yoktur. Yani çaresiz bir durumdadır. Bahanelerin geçerli olmadığı bir durumdur bu an. Sorgusuz sualsiz harekete geçme vaktidir. Netice olarak bir şeyi inanılmaz bir ihtiyaç hissetmeli ve hemen, yapabilecek miyim, yapamayacak mıyım, nasıl yapacağım, kısacık bir zaman da nasıl yapacağım diye hiç düşünmeden harekete geçmeliyiz. Sebeplere müdahale hakkı bugüne, şimdiye mahsustur. Bir şeyleri değiştirmek veya başarmak için şimdi bir şeyler yapmaya başlamalıyız. Bir işe başlamak en zor kısımdır. Unutmamak gerekir ki bisiklete binmek isteyen kişinin yapması gereken ilk iş seleye oturmaktır.

Sorumluluklardan kaçmak insanı mutlu etmez. Sorumsuz, huzursuz, tembel dolayısıyla da başarısız eder. İnsan çeşitli nedenlerle bazen sorumluluklarından kaçmak ister. Fakat sorumluluklarından kaçan insan aslında kendinden kaçar ve kendine dönmedikçe de asla gerçekten mutlu olamaz çünkü sorumluluklar, insan için bir yük değil, yapıldığı taktirde insanı mutluluk ve huzura götüren bir yoldur. Sorumluluğunu bir an önce, kaçmadan ve ertelemeden yerine getiren insanın içi huzur dolar çünkü ilerlediğini hisseder böylece aklı ve vicdanı rahatlar. Sorumluluk eşittir mutluluk diyebiliriz. Dolayısıyla insan bilincinde olduğu sorumluluklarından kaçmak yerine onları en kısa zamanda ve en iyi biçimde bitirmeye çalıştıkça üzerindeki tembellikten ve başarısızlıktan da kurtulmuş olacaktır. Her şeyden önce önemli olan sorumluluklarımızı kabullenebilmek, benimseyebilmektir.

Bedel ödememek demek istediğimiz şeyi hak etmememiz demektir. Bir şeyi hak etmek için önce bedelini ödememiz gerekir. Bedelini ödemediğin hiçbir şey senin değildir. İnsan yaratılışıyla doğuştan sahip olduğu şeylerin bedelini bile Yüce Yaratıcıya olan kulluk borcunu yerine getirerek öder. Eğer bir şey istiyorsak onun için yapmamız gereken her neyse onu mutlaka yapmalıyız. Yani 10 birim emek isteyen bir işe 4 birim 5 birim ayırmak asla yetmeyecektir ki 9 birim bile yapsak yine o işi hak etmiş sayılmayız. Mükemmel bir kişi olmak istiyorum ama hafta sonu arkadaşlarla gezmek istiyorum… Süper bir adam olmak istiyorum ama günde 9-10 saat uyumak istiyorum… Böyle bir şey dünyada mümkün değildir. Yattığı yerden zafere ulaşan tek yaratık tavuktur. Çaba gösterip gereken bedeli ödemek bizi mutluluğa ulaştırır.

Hedefleri ve geçerli sebepleri olduğu halde hala çalışmamak da tembelliğin başlıca sorunlarındandır. Bu, bu ruh halindeki insanın hayata küsmüş olduğu ve başına gelecekleri umursamadığı anlamına gelir. Yani hayattan bezmişlik halidir. Bu hastalığın en güzel çözümü o kişiye hayatı sevdirmek, onu negatif düşüncelerden kurtarmak ve kendisiyle barışık hale getirmek gerekir ki bu da kişinin daha çok, sevdiklerine düşen bir görevdir. Sevgi insanın temel ihtiyaçlarından biridir. İnsan, sevildiğinde kendisine değer verildiğini hisseder ve yaşamak için bir sebebe daha sahip olur. Bu da sevginin başarıdaki rolünün ne kadar büyük olduğunu ortaya bir kez daha koyar.

Ve aşk…

Aşk(tutku) içinde hiçbir terazinin tartamayacağı, hiçbir matematikçinin hesaplayamayacağı, dünyada insana her şeyi yaptırabilecek kadar devasa bir potansiyel barındırır. Bu potansiyeli iyi yönetmek ve yönlendirmek insana başarıyı ve mutluluğu getirir. Buna örnekler çoktur. Mesela Mimar Sinan, mimariye tutuldu ve en mükemmel binaları, yapıları o yaptı. Newton fiziğe tutuldu kanun koydu. Edison aydınlığa tutuldu, karanlıkları aydınlığa çevirmenin yolunu buldu. Bizler de bir şeye tutularak yani âşık olarak tembellikten kurtulabiliriz. Alanımıza, yaptığımız işe tutularak onu en iyi şekilde yapar onun için gece ve gündüzümüzü, uykularımızı feda ederiz. Yani ona kendimizi adarız. Dünya tarihindeki her muhteşem ve etkili harekette, adanmışlığın zaferini görürsünüz. Bir insan bir şey için her şeyini feda ediyor ona hayatını adıyorsa ya ona âşıktır ya da yukarıda açıkladığımız gibi korkuya ve çaresizliğe sahiptir. Her iki durumda da insanın tembellik gibi bir lüksü yoktur. Lösemili bir çocuğa tutul mesela ve lösemi denen illeti karanlığa göm. Mobilyalara tutul ve dünyanın en iyi mobilyalarını sen yap. Matematiğe tutul ve yüzyıllara meydan oku. Barışa tutul savaşları durdur.  Makinelere tutul en gelişmiş teknolojiye sahip makineyi, robotu, sen yap. Ayrıca bir insanın bir insana âşık olması da ona başarı getirmeli ve onu büyütmelidir. Eğer kişi çalışmasının ucunda sevdiğinin mutluluğunu ve ona ulaşmayı ya da onun gözünde büyümeyi görürse onun için çok çalışır ve tembellikten bu şekilde kurtulur. Hayat, sevdiğinin gözünde büyümek isteyen ve bunun için birinciliği hedefleyen erkek, sevdiğine ders notları verebilmek için gecesini gündüzüne katarak hayatında hiç çalışmadığı kadar soluksuz çalışan bir kız gibi bizlerin bilemediği kalplerde gizli kalmış daha birçok fedakârlık, başarı ve yaşantı örnekleriyle doludur. Sevdik mi Ferhat gibi sevmek, sevgili uğruna dağları delebilmek gerek. Bizi intihara ve depresyona iten aşklara değil, bizi büyüten, ilerleten ve geliştiren aşklara tutulmak, tembelliğin en tesirli ve en tatlı şurubudur.

Tüm bunlardan sonra şöyle bir reçeteye sahip olmaktayız:

1.Sağlıklı bir ruh sağlığına ve “Ben Kimim?” sorusuna verebilecek gerçekçi ve tarafsız cevaplara sahip olmak,

2.Sebebe ve hedefe sahip olmak, bir şeylerden rahatsız olmak,

3.Somut hedefler belirlemek,

4.İsyandan/karamsarlıktan ve kararsızlıktan kurtulup tevekkül ve ümitle yaşamak,

5.Çekilecek sıkıntıyı unutup, ulaşılacak ödüle odaklanmak,

6.Hedeflere ulaşmaya yardımcı olacak iç motivasyon ve özgüvene sahip olmak,

7.Ertelememek, üşenmemek, vazgeçmemek ve işi asla şansa bırakmamak,

8.Sorumlulukların üzerine gitmek,

9.Bedel ödemek, hak etmek,

10.Umursamak/hayatla ve kendinle barışmak.

11.Doğru şeye, doğru zamanda ve doğru şekilde âşık olmak/tutulmak. Bu devasa potansiyelin esiri değil efendisi olmak…

 

Post a Comment

Daha yeni Daha eski